Bir köy varmış, küçük, sakin, ama içinde barındırdığı büyük hayallerle dolu bir köy. Herkes birbirini tanırmış; insanlar sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya gider, akşamlarıysa köy kahvesinde sohbet ederlerdi. Herkesin bir görüşü vardı, her ailede bir lider, bir fikir önderi… Ama bir gün, köyün muhtarlığı seçilecekmiş. Bu seçim, sadece bir seçim değilmiş; köyün geleceğini belirleyecek, köylülerin yaşamını şekillendirecek bir kararın arifesindeymiş. Ve o seçim için belirli bir nüfus sınırı varmış: Peki, muhtarlık için nüfus kaç olmalı?
—
Hikayenin Başlangıcı: Seçim Zamanı
Bir zamanlar, köyün iki büyük ailesi vardı: Karahanlar ve Aydınlar. Karahan ailesinin başı, Zeki Bey, işlerini organize eden, stratejik düşünen ve köyün düzeninin sağlanması için sürekli çözüm arayan bir adamdı. Zeki Bey, uzun yıllar boyunca köydeki işlerin düzenini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda herkesin ne yapması gerektiğini bilmesini sağlamıştı. Fakat, bu seçimde, sadece stratejiyle işlerin yolunda gitmeyeceğini fark etmişti. Köyün nüfusu bir hayli artmıştı, ama bu, daha çok insan demekti ve Zeki Bey’in işleri çözme biçimi, herkesin sesini duyduğu, her bireyin önemsendiği bir sistemle örtüşmüyordu.
Öte yandan, Aydın ailesinin başı, Ayşe Hanım, köydeki herkesin en yakınıydı. Herkes ona güvenirdi çünkü Ayşe Hanım, her zaman dinler, her sorunu samimi bir şekilde ele alır, insanları tek tek dinlerdi. Ayşe Hanım, köydeki sorunları sadece gözlemleyerek değil, her bir köylünün duygularını ve ihtiyaçlarını hissederek çözerdi. Ancak Ayşe Hanım da biliyordu ki, duygusal zekâ tek başına yeterli olmayabilirdi; köy büyümüş, işler karmaşıklaşmıştı. Muhtarlık için gereken nüfus sınırı, her iki taraf için de bir sınav, bir engeldi.
—
Nüfus Sınırı ve Değişen Dinamikler
Köyde bir dönüm noktası yaşanmıştı. Nüfus, 500’e ulaşmıştı ve köyün muhtarı seçilecekti. Yasal olarak, 500’den fazla nüfusu olan köylerde muhtar seçimi yapılabiliyor ve yönetimdeki işleyiş de buna göre şekilleniyordu. Zeki Bey, 500 kişiyle bu kadar büyük bir yapıyı yönetmenin kolay olmayacağını fark etmişti. Bir yanda işlerin hızlıca yapılabilmesi için disiplin ve kararlar alacak biri gerektiğini düşünüyordu; diğer yanda ise, köyün her bireyinin kendi fikirlerini, kendi duygularını ifade edebileceği bir alan gerektiğini fark ediyordu. Bu dengeyi nasıl kuracaktı?
Ayşe Hanım, köyün tarihine baktığında şunu fark etti: Önceki seçimlerde, köydeki sorunlar çok daha basitti. Ama şimdi işler karışmış, nüfus artmış, herkesin sesi daha yüksek çıkıyor, köydeki çeşitlilik de artmıştı. Kadınlar, yaşlılar, gençler, çocuklar… Herkesin talepleri ve istekleri farklıydı. Ayşe Hanım, köyün geleceği için sadece karar alma yeteneği değil, aynı zamanda insanlara gerçekten nasıl yaklaşılması gerektiği sorusuyla boğuşuyordu. Her bir kişinin hislerine, ihtiyaçlarına duyarlı bir muhtarlık yapısına nasıl ulaşılacağı üzerine düşünüyordu.
—
İki Farklı Yaklaşım: Çözüm ve Empati
Zeki Bey, çözüm odaklı bir yaklaşım benimseyerek köyün meselelerini çözebileceğini düşündü. “Nüfus 500’ü geçti, köy daha büyük, işler daha karmaşık,” diyordu. “Benim gibi organizasyonel düşünme yeteneği olan biri, köyü daha verimli yönetebilir.” Ancak, Zeki Bey’in yaklaşımında, bazen köylülerin seslerinin duyulması gereken noktalar göz ardı edilebiliyordu. Stratejiye dayalı bu yaklaşım, insanları kaybetme riski taşıyordu.
Ayşe Hanım ise empati ve ilişkisel bir yaklaşımı savunuyordu. “Evet, nüfus arttı, ama bu, her bir kişinin sesinin daha fazla duyulması gerektiği anlamına geliyor,” diyordu. “Muhtarlık, bir yönetim organı olmanın ötesinde, insanların birbirini anlaması ve karşılıklı güven oluşturan bir sistem olmalı.” Ancak Ayşe Hanım, büyük köyün işleriyle başa çıkabilmek için bu duygusal zekâyı ve ilişkisel becerileri nasıl daha stratejik bir şekilde yönlendirebileceği konusunda zorlanıyordu.
—
Sonuç: Nüfus ve Muhtarlık Arasındaki Denge
Zeki Bey ve Ayşe Hanım, sonunda köydeki büyük toplantıya karar verdiler. Her iki taraf da kendi bakış açılarını sundular, ama en sonunda kabul edilen şey şuydu: Muhtarlık için nüfusun artması, yalnızca daha fazla kişiyle yönetim yapma gerekliliği değil, aynı zamanda daha fazla çeşitlilik ve farklı düşünce tarzlarının bir araya gelmesi demekti. Ve belki de, bu çeşitliliği kucaklamak, herkesin sesini duymak, çözüm arayışlarının bir parçası olmalıydı.
Köyün geleceği, belki de en iyi şekilde bir arada var olabilen farklı düşünce tarzlarının birleşmesinde yatıyordu. Ayşe Hanım’ın empatisiyle Zeki Bey’in stratejik düşüncesi birleştiğinde, köy sadece büyümekle kalmaz, aynı zamanda kendi içindeki ilişkileri güçlendirirdi.
—
Sizi Duymak İstiyorum!
Peki, sizce muhtarlık için nüfus kaç olmalı? Gerçekten bir köyün büyüklüğüyle birlikte, köy yönetiminde bir değişiklik yapmak gerekiyor mu? Çözüm odaklı yaklaşım mı, yoksa empatiyle yönetmek mi daha etkili olurdu? Fikirlerinizi benimle paylaşın!